
AYRIMCILIĞA BİR KARŞI DURUŞ
Günlük hayatımızda hikâyelerden çok ne var? Herkesin bir hikâyesi var. Eğer bu hikâyelerin ortak yönlerini birleştirebilseydik, insan olmanın gerçeğiyle, yani hakikatle yüzleşebilirdik. Aslında yapay zeka bunu yapabilir; ancak bunun için samimi ve cesur itiraflarla oluşturulacak verilere ihtiyaç var. Eğer bunu başarmak kolay olsaydı, önce kendi hikâyemizi, en derin sırlarımızla birlikte kendimize itiraf edip içimizdeki iyi ruhu ortaya çıkarabilseydik, bu muazzam bir başarı olurdu. Bu sayede, dünyadaki iyilerle birleşmek, yaşam süresince cenneti bu dünyada deneyimlemek demek olurdu.
Ne var ki, psikolog karşısında bile tam bir açıklıkla itiraflarda bulunamazken, önce kendimizdeki değişimi gerçekleştirmek, ardından iyileri bulup onlarla birleşmek oldukça zor görünüyor. Dahası, insanoğlu için birleşmek, ayrışmaktan daha zor geliyor olmalı. Ancak yine de iyiliğin hakim olduğu bir dünyayı hayal etmek bile güzel. Peki, dünyayı bekleyen büyük sorunlar üzerinde birleşmek için illa ki büyük felaketler mi yaşamalıyız?
KÜÇÜK OLSUN BENİM OLSUN, YOKSA BİRLEŞMEYE KARŞI EGO MU?
Bu zor soruların cevapları bazen çok kolaydır; çocuklar bunu sağduyuları ile bilir ama büyüdükçe doğal olanı unuturuz. Bana göre, dünya iki temel kavram etrafında dönüyor: iyilik ve kötülük. Soyut gibi görünen bu kavramlar, hikâyelerimizin içinde yaşamaya devam eder. Tıpkı şekerden beslenen kötü bakteriler gibi geleceğimizi karartan kötülük ya da yaratılış mucizesini vicdanıyla harmanlayan, sevgiden beslenen, aşırı egodan arınmış iyilik gibi…
Eğer bu söylediklerim soyut geliyorsa, size bir soru sormak isterim: Ülkemizde aynı amaçla kurulmuş ve aynı hedefe hizmet eden birçok dernek var. Özellikle kadınların ağırlıklı olduğu bu dernekler, iyi niyetle ve özveriyle çalışıyor. Peki, madem aynı amaca hizmet ediyorlar, neden konfederasyon mantığıyla birleşmiyorlar? Neden dil, din, mezhep, inanç, sosyal sınıf ve yaşam tarzı farklılıklarını görmezden gelip ayrımcılığı bir kenara bırakarak ortak bir ses oluşturamıyoruz?
Kadın istihdamı, kız çocuklarının eğitimi, cinsiyet ayrımcılığı, kadına şiddet ve çocuk istismarı gibi konularda neden daha güçlü bir ses çıkaramıyoruz? Bunun sebebi ego mu? Yoksa “küçük olsun, benim olsun” mantığı mı? Belki de kültürel üstünlük taslamak veya bir başkasını küçümsemek mi?
UZMAN KURUMLAR VE KOLEKTİF AKIL
Benzer bir örnek daha: Siyasi partiler veya belediyeler, neden siyasetten uzak, ancak alanlarında uzman, temiz bir geçmişe sahip bilim insanları, iş insanları ve sanatçılardan oluşan danışma kurulları veya halk meclisleri oluşturmaz? Bu kurullar, şirketlerin icra kurulları gibi sistematik bir yapıyla ve gönüllülük esasıyla çalışabilir. Bu kurullar ülkenin gelişimine, vatandaşlık bilinciyle katkıda bulunabilir ve seçim dönemlerinde halk, bu kişilere bakarak tercihlerini yapabilir.
Dünya tarihi, birleşmeye direnen ve bu nedenle parçalanarak küçülen, birbirine düşman olan halklar ve bağımsızlığını kaybeden ülkelerle dolu. Bu yüzden, kolektif bilincin körlüğüne kapılmamak için birleşmek gerekmez mi? Kadınlar bu konuda öncü olabilir. Tıpkı denizde küçük balıkların, büyük balıklardan korunmak için birleşerek büyük bir balık görüntüsü oluşturması gibi.
BORSADA BİR HİKÂYE: BEKLENTİYİ YARATMAK
1991 Körfez Krizi sırasında dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de finansal piyasalarda belirsizlik ve sert düşüşler yaşanıyordu. Petrol fiyatlarının artması ve jeopolitik risklerin yükselmesi, piyasaları ciddi şekilde sarstı. O dönemde İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (IMKB) bir bankanın temsilcisiydim. Borsa işlemleri hâlâ “tahta sistemi” ile yürütülüyordu. Salonda, özellikle düşüşler sırasında yerimde hiç durmazdım. Elimde müşteri emri olmasa bile, bir köşeden diğerine koşar, panik içindeki insanların sorularını yanıtlamaya çalışırdım. Çıt çıkmayan salonda yankılanan ayak seslerimin, insanlara “çok iş var” hissi vererek moral olduğunu düşünürdüm. Bugün bu hikâye bana duygusal ve gerçek dışı gibi görünse de o günlerin anılarında hâlâ yaşıyor.
Kriz döneminde bir fikir geliştirdim: Büyük müşterilerim, piyasa belirsizliğinden dolayı beklemedeydi. Ancak bir hisse üzerinde birleşirlerse güçlü bir alım yapabileceklerini biliyordum. Onları banka merkezinde topladım ve “Birleşin! Birlikten güç doğar,” dedim. Her düşüşte belli bir hisseyi alarak büyük bir ortaklık payı yakalamayı önerdim. Bu fikir kabul gördü. Birleşmenin yarattığı beklenti ve hikâye, piyasalarda algıyı değiştirdi. Hisse fiyatı hızla yükseldi, diğer hisseler de bu hareketten etkilendi ve borsa endeksi toparlandı.
SON SÖZ: BİRLEŞMEK VE ORTAK PAYDALARIMIZ
Meslek hayatım boyunca asla hisse senedi almadım, hediye kabul etmedim. Bu, geçmişte yaşanan bankerlik krizinde gördüğüm acılardan öğrendiğim bir ilkeydi. Bu tarafsızlık, hem meslekte hem de yorumculuk kariyerimde bana büyük bir özgürlük ve güven kazandırdı.
Birleşmek belki doğamızda yok, ama ailemiz, ülkemiz, milletimiz, cumhuriyetimiz ve demokrasimiz gibi ortak değerlerimiz var. Bütüne odaklandığımızda detaylar, çıkarlar ve egolar devreden çıkar. Birleşmek için bir kurtuluş savaşı daha beklemeyelim. Çünkü artık savaşlar, göç, ekonomik krizler ve toplumsal ayrışmalarla, uzun vadeli strateji mühendislikleriyle yürütülüyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyetimiz, ulus devlet ve ulus millet olma anlayışımız, en büyük gücümüzdür. Şimdi bunu mükemmel hale getirme zamanı!