
LABİRENT
Geçenlerde Galata Rum Okulu’nda Nevzat Sayın’ın Labirent adlı sergisine gittim. Akdenizli bir küçük Asya sakini olarak, sergiden gözlerim kamaştı. Bol bol düşündüm. Hem ordan hem burdan her form bana ışınları çağrıştırdı. Güneş ışınlarının iz düşümlerini….
Aşağıda iliştirdiğim iki alıntı; duvarları yıkmış bir mimarın labirent hikayesini anlatıyor bana göre…
Labirent ve laborant – şimdi bu iki kelime ile oynayacağım, ve oyalanacağım. Bakalım bu sırada labirent nereye çıkacak… Labirent deyince akla Girit, Daedalus, Minos ve başka pek çok şey gelebilir. Bir kaç bin yıllık bir sembolün yapı ve sembol olmak odağında çıkıştan çok başlangıç noktasına tekrar tekrar götüren bir öze dönüş yolculuğu da olabilir pekala labirent.
Labirent bazıları için klostrofobiyi azdıran bir yapı olabilir. Bu bağlamda klostrofobi kapalı kalma korkusundansa kendinle kalma korkusu belki de. Aslında labirent belki de önünde sonunda kendimizle baş başa kalacağımızı, kendinizi bir laborant gibi irdeleyene dek bir merkeze, bir başlangıca, bir de çıkışa doğru koştuğumuz ömrümüzü temsil ediyor olabilir… bu koşuşturma ölene dek yinelenen, sonunda da bilmeceye teslim olduğumuz bir süreç.
Nevzat Sayın, alıntıladığım katalog/kitap yazısında kışkırtma sözcüğüne yer vermiş.
Aslında tüm meselemiz kışkırtılmak ve kışkırtmak. Estetik ve ahlak bu bağlamda en kritik iki kavram. Kışkırtmanın ve kışkırtılmanın kendisi estetiğin ve yaratıcı sürecin sahasındayken, kışkırtmanın dozu ahlakın sahasında. Tüm sahalar labirentli anlayacağınız. Labirentsiz bir saha kıvrımsız bir yol, çözülmüş/düğümsüz bir zihin yok…
Canan Tolon’un mektubundaysa “Daedalus ve oğlu ikarus’un kendilerine balmumu ve kuş tüylerinden yaptıkları kanatlaryla havalanıp kaçtıklarında, onlar da senin gibi labirente o kuşbakışıyla bakmışlardır.” ifadesi bende 90 derecelik açıları kesen ve diyagonal hatlar oluşturan bakış açımızı -sergide de sık sık karşılaştığımız kilim motiflerini andırdı. Kilimler duvar önerdikçe labirentlerin duvarları silikleşti.
Sergiyi görmeniz elzem. Bu kavramlar üzerine, yaşam çizgisi, döngüler ve alışkanlıklar üzerine düşünmek ve bir mimarın form ve fonksiyon gibi kavramlarla çocuksu ve dinamik bir enerji ile hesaplaşırken çıkardığı karalamaların, labirentin merkezinden, hayattan, çarpıklaşan sohbetlerin duvarlarından, coğrafya, tarih ve yapıya dair ne çok şey söylediğini duymak için doğru yer bu sergi. Bu katmanlılık bir kaç bin yıllık labirent formundan bir gökdelenin inşasına pek çok şeyi anlatıyor…
Bir yılbaşı eziyeti olarak defterlerimi gözden geçirirken, içlerinde bir sürü labirent gördüm; kiminde az, kimisinde çok; ayrıntılarıyla çizdiklerim de, öylece bırakıverdiklerim de vardı… Kimi konulara takılıyor ve takıldığım konuda yazıp, çiziyordum. Rorschach lekelerini ne çok çizdiğimi de defterlerimde gezinirken gördüm ama takıntılı konularımın içinde labirentin gok özel bir yeri var. Onların içindeymişim ya da onlar benim içimdeymiş gibi tuhaf bir hisse kapıldım hepsini art arda gördügümde…
Zaman zaman labirentlerin içindeyim ama ben hiç labirent inşa etmedim; çelişik gibi görünse de, “mecazi” olanlarını yaşamış, “gerçek” olanlarını çizerek kurgulamışım… Çıkış kapısını hep kağıdın dışına atmışım; bir çıkış olduğunu bilsem bile çıkışları hemen göremeymişim bu yüzden olmalı…
Zemin bazen görüş açısı içinde, bazen dipte ve kayıp…
Toplantilarda, okuma yazma aralarında, sıkıntılı ya da ferah uzun düşünmelerde çizdiğimi hatırlıyorum ama, anlaşılır bir neden bulamıyorum… Defterlerimin sayfalarindaki labirentler bazen gerçek bir boğuntu, bazen sadece bir çizim; mimarlık olmayan bir mimarlığın mekân tahayyülleri gibi görünüyor; kırık bir grid plann üçüncü boyutunu oluşturarak yaptığının fark ediyorum, şimdi, sondan başa doğru düşünürken… Masamın üzerinde ne varsa onları kullanarak çizmişim.
Hep böyle çiziyorum; kalem, kâgit, boya, ne bulduysam… Birbirine benzeyen ama hiç aynılaşmamış labirentler sonsuza kadar çözülebilirmiş, durmadıkça bitmezlermiş gibi görünseler de bir yerde durmuşum…
Labirent çizmeyi bıraktıktan çok zaman sonra şeytan dürttü, bazılarını tuvale aktarmaya giriştim; başkalaşıp, değiştiler; defterlerimdeki çizimlerden iyice uzaklaştılar. Üç boyutlu bir nesneyi ortogonal çizimlerle, bilmediğim araç gereçlerle iki boyutlu bir düzleme aktarmak zordu ama sonuç kışkırtıcıydı; duramadım; üç boyutlu nesnelere dönüştürmeye çalıştım. Yine bambaşka şeyler oldular, kışkırtıcıklıkları da arttı…Bütün bunlart az gok bilen, farklı disiplinlerden arkadaşlarımla süreci, sonuçları konuştuğumuz keyifli bir söyleşiye, daha sonra bir sergiye ve en sonunda da bir kitaba dönüştüler…
-NEVZAT SAYIN
Canan Tolon ‘un Nevzat Sayın’ a gönderdiği e-posta, 12 Aralik 2019
Sevgili Nevzat!
Cevabımın çok geciktiğini biliyorum onun için hızlı yazıyorum sana… Büyük keyifle okuduğum sohbetinizi bu sabah bitirdim. Çok hoşuma gitti. Beni de başka başka yerlere götürdü… Bir sanatçı olarak ya da bir mimar olarak, – madem lingua Arabica’ya göndermeler yapılmış – Korhan Gümüş’ün konuşmanızda ifade ettiği “Mimari hiçbir şey görmüyorum” konusuna değinirsek bu duruma “NA’MiMARi” diyebilir miyiz? 🙂 ilk bakışta Calvino’nun heyecan veren Invisible Cities |Görünmez Kentler] öykülerine götürdu beni… Sonra da Theo Van Doesburg’un öğrenciliğimden beri ağzımı ne diyorsun sulandıran counter-construction’ larımı hatırlattı. O kadar yaklaştım ki senin bu işlerine! Ankara°da ilk defa görmüş olacağım ve buna çok seviniyorum!
Okudukça notlar aldım ve notlarımı şöyle:
Sohbetinizde hep perspektiften söz ediyorsunuz. Oysa bu çizimlerde perspektif yok;
çünkü aksonometrilerde perspektif yoktur. Çizgiler paraleldir. Çünkü kesişmez.
Paralel çizgiler kesişse, sonsuzda bir yerde kesişirler ve bu geometrinin konseptini biz kabul ettik, nasil ettiysek… Dolayısıyla bu labirentlerin kaçış noktalarindan mahrumlar. Bu bakımdan, “labirent” in tam Tanımı olmuş. Labirenti “inşa” eden mimar/heykeltraş Daedalus gibi bunun hem içindesin, hem de dışındasın. Daha doğrusu, dışındayken cazibesine dayanamayıp içine girmek istiyorsun… İçindeyken de çıkışın sonsuz arayışında, bu aksonometrilerin kaçış noktalarını arıyorsun…
Kaçmak diyorum buna; çünkü sen toplantılarında harıl harıl not alıyor gibi görünürken defterinde sayfa sayfa, kaçak labirentler inşa ediyorsun.
Kaçak inşaatlar… Bunları çizerken de onlara kuşbakışıyla bakıyorsun…
Daedalus ve oğlu ikarus’un kendilerine balmumu ve kuş tüylerinden yaptıkları kanatlaryla havalanıp kaçtıklarında, onlar da senin gibi labirente o kuşbakışıyla bakmışlardır. Yani, sen de onlar gibi labirentten (ve toplantılarından) kaçmış oluyorsun. iki boyutludan üç boyutluya geçişinle (kaçışınla mı desem?) labirentin dışından içeriye bakışını çok güzel görebiliyorum. (Heykellerine bayıldım!)
Labirentten bir süre kaçabildin ama ortografik çizginin tutuklususun…
Aksonometrinin 45/90/45
Sıcak derecelerinden, onun cazibesinden kaçamadın gibi heykellerinin fotoğraflarını çeken Murat Germen’i de bu tuzağa düşürmüşsün!
Usta fotoğrafçı nasıl aksonometrik fotoğraflar çekebilmiş hayret ettim, çok güzeller.
Ikarus’un yeryüzüne düşüşü beceriksizliğindeydi ya da sarhoşluğundandır…
Oysa senin üç boyutludan Germen’ in fotoğraflarıyla tekrar iki boyutluya geçişin öyle ahenkli, ustaca ki… Düşünüyorum ve sormak istedim… Mondrian ve De Stijl mimarlarından Van Doesburg gibi Minotor’la haşır neşirliğin var mı?
Sana sarılıyorum ve kutluyorum.
Ankara’da görüşmek üzere,
Canan
Kaynakça: LABİRENT, © Nevzat Sayın, NSMH ve Manifold, 2022