
REKLAMIN İYİSİ, KÖTÜSÜ OLUR MU?
Bu hafta neredeyse her yüz metrede bir, arsızca yerleştirilmiş bir reklam kampanyasına maruz kaldım. Sanki “her billboardu istiyorum!” demişler gibi, İstanbul’un dört bir yanını istila eden bu agresif, açgözlü ve baskın tavır, birçok İstanbullu gibi beni de rahatsız etti. Kampanyanın temelinde, belli ki yıllar önce yapılan “Seninki kaç cm?” sloganını taklit etme çabası var. Ancak arada çok büyük bir fark var: İlki, Akdeniz’de yavru balık avını durdurmayı hedeflerken; şimdiki, tamamen reyting ve para odaklı bir dizi reklamı. İsmini verip reklamını yapmaya hiç niyetim yok. Zaten bir burası kalmıştı kendini yerleştirmediği.
Ama şunu söyleyebilirim: O tek cümleyle, yaşamın gelip geçici olduğunu hatırlatma gayesinde olduklarını iddia eden bu kişiler, kendi mesajlarıyla büyük bir çelişki içindeler. Çünkü böylesine para odaklı bir zihniyetle, bu mesaj epey eğreti duruyor. İnsanların zaten sürekli negatif haberlerle, ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu bir dönemde, belki arabasında sevdiği bir şarkıyı dinlerken bir an için gülümseyen, anlık bir huzur bulan insanlara, bu billboardlarla “ölümlü olduğunu hatırlatma” bahanesiyle reklam yapmak bana oldukça rahatsız edici geliyor.
Acı, şiddet ve dram dolu televizyon programları yetmezmiş gibi, insanlara trafikte de nefes aldırmıyorlar. Bu denli negatiflik saçan işlerin ve insanların uzun vadede başarılı olacaklarına inanmak güç.
Asıl mesele şu: Bu anlamsız durum, beni bir anlam arayışına itti ve kendime şu soruyu sordum: İyi olmak, doğru olanı yapmak ve kötüden uzak durmak için illa bir ceza-ödül sistemi mi gerekli? İnsan, doğası gereği mi kötüye meyillidir? Eğer ölüm olmasaydı, dinler, yasalar, kurallar var olmasaydı, insan kötü olana mi cezbolurdu?
Tarihe baktığımızda, insan ırkının hep bir “dur ve düşün” ihtiyacı içinde olduğunu görüyoruz. Dinler, zaten başlı başına “ne yapılmalı, ne yapılmamalı” diye yol gösteren bir kılavuz olmuş. Dinlerin olmadığı dönemlerde de başka inanç sistemleri —doğa, tanrılar, gökyüzünden gelenler— bir ceza-ödül düzeni kurmuş. Kabilelerin bile kendi kuralları vardı.
Elbette, böyle bir sistemin içine doğduğumuz için “kurallar lazım” diyebiliriz. Ama gerçekten, kalpten doğru olanı bilen ve bunu içtenlikle uygulayan insanlar yok mu? Kimse görmese, bilmese bile yalan söylemeyen, haset etmeyen, başkalarının mutluluğundan mutluluk duyan, insanlara, hayvanlara ve doğaya merhamet gösteren, kibire kapılmayan, dedikodu yapmayan insanlar… Hiçbir şey beklemeden, sadece iyi olduğu için iyi kalan insanlar… Varsa, bırakalım sadece bu insanlar üresin, çoğalsın, en azından rakamlar dengelenene kadar. Belki o zaman dengeler değişir ve güzel enerjileriyle dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirirler. Bırakalım da, homo-sapien başkalaşıma ugradığında, gıyabımızda “çabuk eskiyorlardı AMA İYİDİLER BE!” desinler.
Bir anlığına bile olsa yüzümüzü güldüren, iç açıcı bir görsel ya da mesaj, iyiliğin ve insanlığın hayrına çalışır. Aynı şekilde, bizi geren, strese sokan, korku ve kaygı pompalayan işler de karanlığa hizmet eder.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz” derler.
Bal gibi olur
2 Comments
kesinlikle katılıyorum. insanın tek derdi buymuş gibi. ben de gördüğümde bu ilanı bu cümle geçti beynimden. Tek derdim bu mu ? gömün gitsin dedim.. İnsan olmak insanca yaşayabilmek bir meziyet bu kadar karmaşıklık içinde.. sevgi olmalı her şeyde…
Ne kadar güzel yazmışsınız Yosun Hanım, maalesef şuan belki de bu zorlu şartlarda ülkemizin tek ihtyacı bahsettiğiniz özelliklerdeki sevdgi dolu özü iyi insanlar, biraz olsalar ve çoğalsalar bir ümit doğar….